Nazan Bekiroğlu Sözleri

0
7234
Nazan Bekiroğlu Sözleri

SAYFA İÇERİĞİ: Nazan Bekiroğlu Sözleri, Nazan Bekiroğlu Sözleri ve Alıntıları, Nazan Bekiroğlu En Güzel Sözleri, Nazan Bekiroğlu Alıntıları, Nazan Bekiroğlu Sözleri Facebook, En Güzel Nazan Bekiroğlu Sözleri, Kısa Nazan Bekiroğlu Sözleri, Nazan Bekiroğlu Aşk Sözleri, 


Türk yazar ve akademisyen olan Nazan Bekiroğlu 1977 yılından bu yana deneme, roman, hikaye ve inceleme yayımlamaktadır. Sayfamızda Nazan Bekiroğlu’ na ait en güzel sözleri bir araya getirmeye çalıştım. Sayfamızda yer alan sözleri sosyal medya hesabınızdan yayımlayabilir, mesaj yoluyla sevdiklerinize ulaştırabilirsiniz.


NAZAN BEKİROĞLU SÖZLERİ ve ALINTILAR

Dua mucizeye inanmaktı.

Ne olmak istersen o sensin.

Beni sev, bu iyiliğini hiç unutmam.




Mülk gibi söz de ve aşk da O’ ndan.

Aşk bahane, herkes kendini seviyor.

Ölümün her şeyi eşitlediği muhakkak.

Ey sıkıntı şiddetlen, nasılsa geçeceksin.

Kahramanı sen olsan da, hikâye benim.

Ben kalbiyle yaşayanlar zümresindenim.

Nasıl sevdiyse öyle de sevildiğini zannetti.

Yazı dediğiniz birkaç satır, bir kaç harf kırığı.

İnsan içinden yenilenmeyince dışından eskir.

Senin hayatının benim kâğıdıma düşen yazısı bu.




Aşkın zamanı yok anı var, kelamı yok ama ışığı var.

Şu güneşli dünyada her şey gölge üstüne gölgedir.

Hiçbir uzak duanın erişemeyeceği kadar uzak değil.

Bir şeyin son kez olduğunu bilmek yakıcı bir bilgidir.

Sonrası bir büyük sessizlik ki dışı sükût, içi kıyamet.

Tarih ileriye doğru gitse de gördüğü sadece geçmiştir.

Görmekten sonra görülmek, aşkın ikinci kademesiydi.

İçinden şiirsiz geçilemeyecek kadar derin gözleri vardı.

Tüten bir baca kadar hayatı haber veren ne olabilir ki?

Ama bir çocuk öldüğünde. Ne diye kıyamet kopmaz ki?




Ben aşk için öleyim ki sen de aşka inanmış olarak ölesin.

Sevilen bir kadın, bir erkeğin bütün acılarını dindirebilirdi.

Ey kalem, nereye vardık ki ucun kırıldı? Kalbim öyle kırık ki!

Leylâ: Bir kadının adı eğer Leylâ değilse, başka ne olabilir ki?

Çünkü korkulu düşler görmektense uyanık kalmak daha iyidir.

Her şey gibi bu dünyadaki kelimeler de yetersizdi, biliyordum.

Tanımaktır anlamanın ilk şartı. Sevmek anlamaktan sonra gelir.

Nazan Bekiroğlu SözleriBen bir N harfiyim. Kırık dökük çizgilerin, sivri uçların elindeyim.

Ne mutlu kalbine sen düşene ve ne mutlu senin kalbine düşene.

Aşk gerçekte doğar, hayalde yaşar ve tekrar gerçekte ölür çünkü.

Gönül gözünle görürsen eğer, kelebeğe değil, tırtıla sevdalanırsın.

Neticede, ancak kalpleri kadar aşık, istidadları kadar sevdalıydılar.

Yara sıcakken duymamıştı acıyı. Gerçek acı zamanla başlayacaktı.

Özleyenler bilir, uyku bir gereksinim değil, sığınma talebidir geceye.

Bir şeye hayat vermeye kalkışan, onun içinde yaşamayı göze almalı.

Sevme davasına girişip de geceyi uyku ile geçirenin davası yalandır.

Ne zaman ki birine güvendik; Kolumuz, kanadımız, gönlümüz kırıldı.

Sahibine yetişecek hecelerin yoksa, vurursun sükutunu kör bir geceye.

Belki her şey bir şey içindir. Bunca yaşanmışlık bir tek yaşamak içindir.

İlâhi adalet vardır ve tahmin ettiğimizden çok daha fazla tatmin edicidir.

Bir sıkıntının geçeceğine duyulan güven, ona dayanmanın tek çaresiydi.

Ve siz aşkınızla hiçbir şey arasında tercih yapma mecburiyetine düşmeyin.

Umutsuzluğun lüzumu yok! Vaad edenin Rahman olduğunu bildikten sonra.

Anlatmaktan çok sustuğunu , aşikar etmekten çok gizlediğini bir ben bilirim.

Birine altı çizili kitaplarınızı vermek, yaralarınızı emanet etmektir bir bakıma.

Tek insanın dahi acı çektiği yerde, bütün insanlara söylenecek kadar söz var.

Bir şeyi hak edenden esirgemek kadar, hak etmeyene vermek de haksızlıktır.

Eskiden okuyucu da farklıydı. Keyif almak yerine gayret sarf etmeyi biliyordu.

Yeri gelmiş, bir dağın altında ezilmiş, yeri gelmiş, bir karış suda boğulmuşum.

İçine çekildiğim dünya, dışıma bıraktığım dünyadan öyle güzel, öyle gerçek ki.

Başka kelimelerim yok benim, aynı kelimelerle dönüşmek mecburiyetindeyim.

Bir kadeh daha şiir içsem, körkütük şair olsam… Hangi mısraya sığar ki sevdan.

Dayanırdı belki bütün bunlara ama yanılmışlığı kendi sebebi, buna dayanamamıştı.

Ne kadar güçlü olsa da ağaç, vakti geldiğinde yaprağının düşmesine mani olamaz.

Bu kadar çok hayır, diyebilmek için ne kadar büyük bir evet demiş olmak gerekirdi.

Kim ki dar zamanda el uzatır muhtaç olanlara, el uzatmış demek olur kendi yarınına.

Aklımı gösteren isimle aşkımı gösteren ateş arasına düştüm, o uçurumda yittim ben.

Ne zaman unutur gibi olsam olmuyor, Unutmak istediğim her şeyin tam ortasındayım.

Öyle sessiz durduğuna bakma. Gün gelir denizin sesi trafiğin bütün gürültüsünü örter.

Aşk öylece geldi. Aralarına girdi. Ama ayırmadı birleştirdi. Öznesi çiftse de eylemi birdi.

Aşık kendisini yakacak cehennem ateşinin önünde önce bir süre ısınır, bilmiyor musun?

Sen öyle çağırmasan ben böyle gelmezdim. Ben böyle çağırmasam sen öyle gelmezdin.

Kökü bir ülkede dalları bir ülkede olan ağacın sınırı umursamaz tavrıyla umursamıyorum.

Yazmaktan başka çaresi olmayan bütün yaşama kusurluları gibi bende yazdıkça yazıyorum.

Ateşe düşmeyen yanmayı nereden bilsin? Elini bıçak çizmeyen kanın rengini nasıl öğrensin?

Bir yalana denk gelmeye kalmasın insan, sonra binlerce doğruyu sorgulamak zorunda kalıyor.

Oysa sevmek, en fazla, neyi sevdiğini fark etmek demektir ve seven biraz da neyi sevdiğini bilendir.

Çünkü aşkın kelimesi olmazsa aşk olmaz. Bu yüzden onun aşkı şiire dönüşmez şiiri aşka dönüşür.

Bizim hikayemiz, renk renk kağıtlardan yapılmış gemiydi ve hüzünler denizinde yavaş yavaş yok oldu.

Her şeyin gelip geçici olduğu bu kadar zâhirken, insan nasıl olup da bu kadar çok acı çekebiliyor.

Ben ilk kez ve uçuruma düşer gibi sevdim. Gün gelip bu uçurumda boğulacağımı nereden bilebilirdim?

Gerçek şu ki, kalplerin dili olsaydı, dilin ihanetine uğramadan birbirlerine daha çok şey anlatabilirlerdi.

Sevilen bir kadın can demekti. Bu yüzden en çok canım denirdi ona ortasında bir eliflik nefes hacmiyle.

Artık sana ihtiyacım yok. Çünkü senin götürebileceğin nihai noktanın da ötesindeyim ben. Yokluğunda varlığım.

Ne kadar hoşça kal dediysem, o kadar geri dönmüşüm. Kaç kez geri döndüysem, o kadar da hoşçakal demişim.

Toprağına ayak bastığım an da hangisini edeceğimi kestiremediğim dualar vardı ‘sınanmayı kaldırmayan kalbimde.

Şairlerin neden şiir yazdıklarını, pelikanların yavrularını neden kanlarıyla beslediklerini anladığım gün anladım.

Meğer aşk indiği kalbi ihya ediyordu ya, ihya edemezse yok ediyordu. Kazasız belasız kurtulmanın imkânı yoktu.

Bir tek sana anlatabilirim ve dahası bir tek sen anlayabilirsin. Beni bana bir tek sen iade edebilirsin. Lütfet güzelim.

Yeryüzünde her şey iyi ya da kötü arasındaki mücadeleden ibarettir. İnsana düşen bu ikisi arasında kendi safını seçmektir.

Dedi, ah kızım, eğer o sana bakmıyorsa sen onun baktığı yerde olursun. O gelmiyorsa sana, sen onun gittiği yerde durursun.

Küçülsem. Tek noktada toplansam. Yaşam büyük, âmenna.. Ama ben biraz azalsam. Sadeleşsem. Durulsam, arınsam.

Dünyanın ipi koptu, çivisi çıktı. Benimse bildiğim tek şey var. Her şeye rağmen hayat onurla tamamlanması gereken bir şeydir.

Günah da ah’la kafiyelidir. O da siyah’la, simsiyah’la , vah’la, eyvah’la. Lakin hepsi de Allah’la. Ah’tır kafiyelerin en güzeli.

Yalnızlığı gösterecekti hattata. Kalabalık arasındaki yalnızı. Ölümü sevebilmenin eğitimini. Izdırabı gösterecekti. Gözyaşı ve kanı.

Oysa âşık bir kere aşkı sorgulamaya başlamışsa oradan kazasız belâsız çıkılmaz çoğu kez. Çıkılsa bile artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz.

Yere düşüp bin bir parçaya bölünen ayna, içine dökülen görüntüyü çoğaltmaktan başka, mahiyetinde ne gibi değişikliğe uğramıştır ki?

Lakin oruçlu olduğunu unutup suya kanmak gibi değil, kanatları olmadığını unutup da kendini uçuruma bırakmak gibi bir unutmaktı bu.

Bu kadar tanıdık buluyorsam kalbimi kalbine, bu kadar tanıdık ses veriyorsa kalbim kalbine, o ezeli uğultuyu hâlâ kulaklarımda taşıdığımdandır.

Çünkü bilinmeyen bir şeyi hatırlamak zor, unutulmuş bir şeyi hatırlamak kolaydır. Yitirdiğimizi tanırız bulduğumuzda, yitirmediğimizi değil.

Neden yokluklarında bıraktıkları boşluk, varlıklarıyla doldurdukları yerden bunca geniş? Her defasında kendimizi de çoğaltarak ilâve ettiğimizden mi?

Daraldı ölümle kalım arasındaki mesafe. Perde inceldi. Ölüm geldi, hayatın tam ortasında durdu. Belli ki ölmek de ancak yaşanırsa ölmek oluyordu.

Görüyor ama görünmüyordum. Öyle mi? Konuşuyor ama işitilmiyordum. Dokunuyor ama fark edilmiyordum. Vardım ama yoktum. Gölgeydim sadece!

Yaradan kusursuz kurmuştu endazesini, yaradılış mükemmeldi. Ama kul kısmı dünyayı eğriltmekle kalmadığı gibi bu eğrilikten rahatsızlık da durmuyordu.

Seni seviyorum demek ruhun ve bedenin bütün zerreleri zikre susamışken, söylenmezse ölmek demekti. Söylemem değildi mesele, söylemezsem ölmemdi.

İçimde çok büyük bir ağlamak var. Bir ağacın altında oturarak hem kendime, hem bütün insanlara hem börtü böceğe, kurda kuşa. Bin yıllık gözyaşıyla ağlamak istiyorum.

Ve insan ancak dili kadar edeplidir. Bilmediği kelimeler kadar edepli, bildiği kelimeler kadar edepsizdir. İnsan olan her hesabı aşar da bir kendi sözcüklerinin ağırlığı altında ezilir.

Aslında, ne kadar mutsuzduk. Ama buradan bakınca, ne kadar mutluyduk, böyle görünüyor. Zaman mı, ki kandırıp duran gözbağcı, her şeyi güzelleştiriyor? Zaman mı ölümü bir rüyaya döndürüyor?

Hayatta başıma gelebilecek en güzel şeydi. Onun gelişinden önce ne varsa hükmünü yitirdi. Kendi geçmişimi yeniden kurdum. Onunla yorumladım ondan evvelki her şeyi. Onsuz bir geçmişim sanki yoktu.

Verin kitaplarınızı sevdiklerinize, arkadaşlarınıza, dostlarınıza (satır altları çizili nüsha sizde kalsın.) Başlasın satır altlarını çizmeye. Sonra karşılaştırın sizdekiyle. En az dörtte dördü birbirini tutmuyorsa terk edin onu. Ya da izin verin o sizi terketsin.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.