SAYFA İÇERİĞİ: Hakan Bıçakçı Sözleri, Hakan Bıçakçı Sözleri ve Alıntıları, Hakan Bıçakçı Alıntıları, Etkileyici Hakan Bıçakçı Sözleri, Hakan Bıçakçı Kısa Sözleri, Hakan Bıçakçı Alıntıları, Hakan Bıçakçı Kitap Alıntıları, Hakan Bıçakçı Özlü Sözleri, Kitap Alıntıları, Yazar Sözleri, Yazar Sözleri ve Alıntıları
Güzel sözler sitemizde yazarlar kategorimize Hakan Bıçakçı sözleri ve alıntılarıyla devam ediyoruz. Sizler için derlediğimiz Hakan Bıçakçı sözlerinden beğendiklerinizi sosyal medya hesabınızda yayımlayabilirsiniz. Bizlere yorum bölümünden ulaşabilirsiniz.
HAKAN BIÇAKÇI SÖZLERİ ve ALINTILARI
İçinde çok insan olan her yer beni dışlıyor…
Ömrümüz kendimizi kontrol etmekle geçiyor.
Çayına dört şeker atan adam kendini öldürmez.
Kendi gözleriyle değil, başkalarının gözleriyle bakıyordu kendine.
Gelecek belirsizleştikçe geleceği öğrenme merakı çoğalıyordu.
Mutluluğun anısı kişiye mutluluk vermez. Acının anısı ise acıyı yeniden duyurur.
İçi kaçma hissiyle doldu. Kendinden kaçmak istiyordu. Tüm hızıyla koşarak.
Neden her siniri bozucu olaydan, o olayla ilgili bir espri yaparak kurtuluruz?
Alınacak tepkilerin büyük bir bölümü olaylara göre değil, olayların anlatılışına göre değişiyor.
Dünyaya bilinçli halde gelmiş bir bebek gibiydim. Eşyayla samimi, canlılara yabancı…
Cehennem, acı çektiğimiz yer değildir; acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir.
Ömrü boyunca ironiyle, şakayla, mizahla, hicivle hiçbir işi olmamasının kahredici huzuru vardı yüzünde.
Artık sona yaklaşıyoruz. Sen geride kaldın gibi. Dünyada hayat olduğu zamanlarda…
Kimse romantik filmlerde veya aşk romanlarında olduğu gibi sevdiğini elde etmiyordu. Elde ettiğini seviyordu. Elde ettiğini sevdiğini sanıyordu.
Gözlerini ilerideki belirsiz bir noktaya dikip öylece durmak… Boşlukla beslenen gözbebekleriyle hiç durmadan hiçliği emmek… Öleceği anı sabırla bekler gibi…
Televizyon programındaki yapay sahnede abartılı bir makyajla, arabesk bir elbiseyle, tüm riyakarlığıyla, yanıp sönen renkli ışıklar arasında şarkı söyleyen çirkin kadına baktı.
İnsanoğlu ne acayip… Parmakları var, tırnakları var. “Dur boyayayım ben bunları,” diyor. Sonra da parmağına parlak halkalar geçiriyor.
Olan biten hiçbir şeyin merkezinde değildim. Hiçbir zaman, hiçbir yerde önem taşımıyordum. Sadece geçip gidiyordum. Dokunmadan. Teğet… Rolüm yoktu. Figüran gibi.
Bunu yapan bir başkası, bir tür düşman olmalıydı.Gece alarmı kuran suikastçıyla sabah yatakta can çekişen kurbanın aynı kişi olmasına imkanı yok.
Kendi ülkesinde heykelleri yakıp yıkan politikacılara işleri yolunda gidiyor diye oy verip, yurtdışı gezilerinde heykellere sokulup otuz iki dişini göstererek gururla poz veriyordu…
İnsan gülen birini görünce tebessümünün nedenini, kahkahasının sorumlusunu merak etmiyor ama ağlayan birini görünce gözyaşlarının kaynağını, hıçkırıklarının sebebini öğrenmek istiyor.
Dünyanın en hızlı gülümseyen insanıydı Doğa. Red Kit’in silahını çekip kendi gölgesini vurmasından bile hızlı. Kendi tiksintisinin karşısına geçip gülebilirdi. İçeride sıktığı dişlerini göstermeden.
Canını neyin sıktığını anlatamıyordu bir türlü. Sanki bilmediği bir dile ihtiyacı vardı, doğru aktarabilmek için. Elindeki kelimeler hiçbir şeyi açıklayamıyordu. Sadece yaşananları yeniden tarif ediyordu…
Aslında tek çözüm hiçbir şey düşünmemekti. Bir şey düşünmezsem, ortada okunacak düşünce de kalmazdı. Tek çözüm buydu. Ancak bu kolay değildi. Düşünmemeyi düşünmek de bir düşünceydi çünkü.
İnsanın aşık olduğu kişinin kendisini bekleyişini izlemesi harika bir şey. Biliyorum, bu pek rastlanacak bir manzara değil. Çünkü o seni beklerken, sen orada olamazsın. Orada olduğundaysa, artık seni beklemiyordur.
Çaydan ilk yudumu alırken aklıma çok net bir düşünce takıldı: Güzel bir anın hemen öncesi, o anın kendisinden daha iyi… Sanki bizi bekleyen uysal günün kıyısında huzur içinde durmuştum, adım atmaya kıyamıyordum.
Yaşlanınca böyle mi oluyor? Gençken küçük görme lüksüne sahip olduğu topluma dahil olabilmek adına çırpınmaya mı başlıyor insan? Ben de mi böyle olacağım lan yaşlanırsam? Yaşlanmak buysa genç ölmek çok daha iyi…
Zaman, dolabın arkasındaki böcek için de benim için de aynı tempoda seyrediyor. Benim yaşıyor olmam, onun ölmüş olması, zamanın ikimizi de aynı mantıkla çürütmekte olduğu gerçeğini değiştirmiyor. O dolabın arkasında yumuşak halının üzerinde, ben burada salondaki yuvarlak masanın başında…