SAYFA İÇERİĞİ: Tezer Özlü Sözleri, Tezer Özlü Alıntıları, Tezer Özlü Sözleri ve Alıntıları, En Güzel Tezer Özlü Sözleri, Tezer Özlü Kitap Alıntıları, Tezer Özlü Kısa Sözleri, Etkileyici Tezer Özlü Sözleri, Tezer Özlü En Güzel Sözleri, Kısa Tezer Özlü Sözleri,
Güzel sözler sitemizde ünlü yazarlarımızda ”Tezer Özlü” sözleri ve alıntıları derlenmiştir. Sayfamızda yer alan sözleri sosyal medya hesaplarınızda yayımlayabilir, mesaj yoluyla sevdiklerinize iletebilirsiniz. Sayfamızda yer almasını istediğiniz sözleri yorum bölümünden bizlere iletebilirsiniz.
TEZER ÖZLÜ SÖZLERİ
Evler gecelerden daha karanlıktır.
Ölüm de bir günlük olay değil mi?
Aklımı ellerinizden kurtardım. Geçti.
Her şey geçiyor, hiçbir şey geçmese de.
Taze çayım ve taze yaralarım var. Çok zenginim.
Gençken de hem yaşlı hem çocuk değil miydim.
Neden edebiyat? Yeryüzüne dayanabilmek için.
Kendimi ayrılışların acılarına çoktan alıştırdım.
Her şeye hazırım./ Aşka./ Gitmeye./ Kalmaya…
Yaşamı yoğunlaştıran ölümün kendisi değil mi?
Hayat bağıra bağıra, susmayı öğretir insana.
Özeleştiriden yoksunlukla çağdaşlaşma olanaksızdır.
Yalnızlık bana hiçbir an eksilmeyen bir güç veriyor.
Ölmek isteğim yok. Yaşama isteğim olmadığı gibi.
Söyleyecek çok şeyim olduğunda genelde susarım.
Hiç kimseyle yaşlanmak istemiyorum. Kendimle bile.
Her anı ölüdür. Şimdi sen de bir anısın. Sen de ölüsün.
Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi.
Çevreyi tanımlamak değil, duygularla yaşamak gerekir.
Bilirsin, yazılmadıkça bitmeyen şeyler biriktirir kadınlar.
Sen tüm kentten daha yalnızdın. Okyanus gibi bir yalnızlık.
Sözcüklerin tümü içimden çıkmadan bir an bile uyuyamam.
Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama dileği kadar büyük.
Kimse senin kadar güzel, hiç kimse senin kadar canlı gitmedi ölüme.
Hiç kimseyi,yalan söylediğini anlayacak kadar tanımak istemiyorum.
Belki de insanların birbirlerine duygularını salt anlatmaları olanaksız.
Daha güzel yaşam diye bir şey yok. Daha güzel yaşamlar ötelerde değil.
Şimdi gene düşüncelerinin daha önceki yazlara kaymasına izin verme.
Sürekli gitmek istemek de, bir yerde, hiçbir yerde olmak istemek değil mi.
Aşk acısı çekmedim hiç, çünkü dünyanın verdiği acı her zaman güçlüydü.
Bak, nerelere varıyor gökyüzü. Hangi zamanlara. Hangi sonsuzluğa. Git.
Öyle bir aşk yaşamışsındır ki, bir daha artık böylesini yaşayamam dersin.
Nerde olmak istediğimi bilmiyorum. Belki de bu yüzden hiçbir yerdeyim.
Kimse kimseyi unutmuyor ama asla karşı tarafın istediği biçimde hatırlamıyor.
Soru işaretleri gereksizdir çünkü hemen her cümle yanıtı olmayan bir sorudur.
En yakın dostlarım romanların kahramanları gerisindeki yazarlar mı olmalıydı?
Şunu öğrenmelisin: Sen hiçbir işe yaramaz değilsin. Seni senden çalan toplumdur.
Bazı kitaplar, gerçek yaşamdan daha duyarlı, daha büyük boyutlara götürüyor beni.
Tüm yaşam, diye düşünüyorum böylesi sabahlarda, tüm yaşam güneş altında bir oyun.
Dünya nasıl olması gerekiyorsa, öyle. Kendi kendini kurtaramayanı hiç kimse kurtaramaz.
Bağırıyordum. İki elim de göğsümdeydi. Sanki bir şey söküp atmak istiyordum göğsümden.
Toplum dedikleri kitlenin bir aradaki dayanılmaz yabancılaşmasını sanki kimse algılamıyor.
Anadili bile gelişmemiş. Düşünceleri, insan varoluşunun gerçeğini kavramaya yeterli değil.
Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu.
İnsanın kendi kendinin yükünü taşıması, diğerlerinin yükünü taşımasından daha rahatlatıcı.
Duvarlar yaşamımızdaki mezarlar mı. Duvarlar gerisinde en çok kendimiz olmuyor muyuz?
Sessiz, yalın insanlar. Tatile çıkmış insanlara benzemiyorlar ama çıktıkları zaman benzerler.
Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi yer verdiğiniz için.
İnsanın başkalarına söyledikleri kendi duymak istedikleridir. Sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdir.
Günler koptu. Artık geceleri bir ölüm akıyor sokaklara. Kentin evlerinin aralıklarına. Boğuluyoruz.
Bazen bir söz yoktur. O gün ne olduğunu özetleyecek zekice bir alıntı yoktur. Bazen gün, sadece biter.
İnsanın başkalarına söyledikleri kendi duymak istedikleridir. Sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir.
Yürümek, her gördüğüm nesnenin gerisinde uzun şeyler düşünmek en sevdiğim uğraşılardan biridir.
Derin bir uykuya düşmeye çabalıyorum. Olmuyor. Uzun sürüyor uykunun gelip, beni bana unutturması.
Bir bedenin üzerinde dolaşan her el, kendi bedenini okşamak istercesine dolaşıyor öteki bedenin üstünde.
Onsuz her şey daha güzel. Gelecek. Bu akışa kendi bunalımlarını, dünyaya karşı mutsuz bakışını ekleyecek.
Bir ülkenin anarşisini kim anlatabilir? Ölenler mi? Öldürülenler mi? Her gün yeni ölümleri bekleyenler mi?
İnsan ne denli derin düşünebiliyorsa, sevgisi o denli derindir. O denli doyumsuzdur ve acısı da o denli büyük.
Her gece ölüyorum. Sonra ölümden kaçıp yeniden canlanıyorum. Her yirmi dört saat, hem yaşam, hem ölüm.
Bir yüksekliğin, bir başıma olduğum bir yüksekliğin en ucundayım. İnemiyorum. Yaşayamıyorum. Ölemiyorum.
Tanımadığım ışıklar, tanımadığım gölgeler, tanımadığım puslar gördüm. Artık ayrılıkların acısını duymuyorum.
Yaşanacak bir yaşam var. Binilecek bisikletler var. Yürünecek yaya kaldırımları ve tadına varılacak güneş batışları var.
Artık gitmeyeceğim. Nereden geldiğim sorusunu yanıtlamak istemiyorum. Hiçbir yerden gelmiyorum. Kendimden başka.
Nihayet yağmur başladı. Bu sabah artık, yağmuru neden bu kadar çok sevdiğimi anladım. Ağlayan bir yüreğe benzediği için.
Her sabah yepyeni bir dünyaya kalkıyorum. Her akşam dünyanın bütün yorgunluk acı ve çelişkileriyle dayanamaz duruma geliyorum.
Şimdi neden bu kadar çok sevdiğimi anladım, çünkü ben kendim ölmüştüm ve yalnızca başkalarının canlılığını algılayabiliyordum.
Bütün günlerini içerek geçiren, gene de çalışabilen insanları hep kıskananın. Belli bir sarhoşluk içinde yeryüzüne dayanmak daha kolay.
Şimdilik hiç kimseyle uykumu paylaşmayacağım. Umutsuzluk dolu birisiyle hele hiç. O zaman birlikte balkondan atlamak kalıyor geriye.
Alışıyor inan kendini içinde tutmaya, dilinin altındaki baklaları ıslatmadan konuşmaya, sultanlara yaraşır bir sağırlığa, alışıyor işte.
İnsan çoğu kez her şeyin son bulduğu duygusuna kapılıyor, oysa yaşamın sonsuzluğunu algılayabilmek için bile yeterli değil bir insan ömrü.
Hayatın boyunca kendin gibi olman konusunda telkinler dinlersin, olacağın bir yer ararsın. En kendin olduğun haldeyse değişmen istenir.
Tüm ince duyguları, tüm bağlılıkları, kendini verme isteğini, bir tutukevinde gibi, ağır bir yük gibi yüreğinde hapsetmek zorunda bırakılmıştı.
İkimizin konuşabileceğimiz bir dil var, ama o ağır işittiği için beni duymuyor zaten. Duyabildiklerini de hemen sonra unutuyor. Ne büyük bir mutluluk.
Ne düzenli bir iş ne iyi bir konut ne sizin medeni durum dediğiniz durumsuzluk ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil.
Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi.
Acılar olmadan yazılabilir mi? Edebiyat, yaşam ve ölümün sınırların artık acıları tutamadığı, tutmaya yeterli olmadığı yerde başlamıyor mu?
Öğrendik ki gidenin nerede olduğunu düşünmek saçmalıktır. öğrendik ki hayallerin yıkılması, hayallerin kurulmasından daha ucuza mal oluyor.
Karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var. Karşı çıkmak istediğim kurallar. Bir haykırış, küçük dünyanız sizin olsun!
Erkeği öğrenmek için, çok erkek tanımak gerektiğini de bilmiyordum. Mutluluğun, insanın kendi kendisiyle hoşnut olmasıyla başlayacağını da bilmiyordum.
Onu sevmeyi bir tutku haline dönüştürüyorum. Bu sevgide tüm sevgilerim, sevebilme gücüm var. Gelecekteki sevgileri de yaşar gibiyim. Geçmiştekileri de.
Tek bir kelimeden binlerce anlam çıkardığım günler oldu, yazılan uzun cümleleri görmezden geldiğim günlerde. İnsanlara inanmaya çalışmaktan yoruldum.
Tren raylarını severim. Bağımsızlığı, gidebilmeyi, kalmak zorunda olmamayı, uymak zorunda olmamayı anımsatır. Tren rayları bir tür bağımsızlıktır benim için.
Birdenbire çok yorulduğumu, taşıyamayacağım kadar yaşantı üstlendiğimi ölürcesine algıladım. Kitapsız, sanatçısız, tartışmasız bir yaşamın özlemi sardığı benliğimi.
Yalnız sağlıklı insan aklıyla yaşasaydı değmezdi yaşamaya, can sıkıcı olurdu. Tam aksine,güzel olan, dünyanın gökyüzü altında bir deliler topluluğunu andırması.
Sakin ol. Öylece dur. Yaşamdan geç. Kentlerden geç. Sınırları aş. Gülüşlerden geç. Anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez, kahvelerde otur. Artık hiçbir yerdesin.
Karşıma çıkan her şey yetersiz. Soluduğum her şey yetersiz. Dalgalar, odalar, mekanlar, sevgiler yetersiz. Suların tadı yetersiz. Günlerin uzunluğu yetersiz. Haftaların günleri yetersiz.
Caddelere çıkmak, doymak bilmediği sokaklara bakmak, yeni köşeler keşfetmek, yabancı insanları seyretmek, doyumsuz yaşamı gözlerimden yüreğime indirmek istiyordum.
Senin düşüncelerini değiştirip kendilerininkine nasıl olsa uydurmayacaklar. Seni görmek istedikleri gibi olmayacaksın hiçbir zaman. Tanımadığım sürece her acı dayanılabilir.
Ölüm düşüncesi izliyor beni. Gece gündüz kendimi öldürmeyi düşünüyorum. Bunun belli bir nedeni yok. Yaşansa da olur, yaşanmasa da. Bir kaygı yalnız. Beni, kendimi öldürmeyi denemeye iten bir kaygı.
Zaman zaman kendimi tüm insanlıktan daha güçlü duyuyorum, ama kendimi aynı anda çıplaklıklarından sıyrılmaya çalışan ağaçlar kadar da bırakılmış duyuyorum. Özellikle ben’in ben’i bıraktığı anlarda. www.incesoz.com Ya da ikisi bütünleştiğinde.
Severek mektup yazılan bir insanın bile olması ne büyük bir olay, söylenen her sözcüğün anlaşılmaktan öte, yaşadığını, dahası sözcüklere bile gerek olmadan yaşandığını bilmek, güç gibi yalınç bir olgu değil, var olmak gibi bir şey.